12.09.2018
Bugün birçok şehir, meydan ve parklarında yükselen, büyük ölçekli görkemli heykelleriyle özdeşleşmiş durumda. Ve tabii simgeledikleri duygular, sahip oldukları ilginç formlar ya da yapımlarında kullanılan malzeme sonucu ilgi odağına dönüşen bu heykellerin ardında, onlarca yıllık sanat kariyerleriyle çağdaş sanata yön veren usta sanatçıları var.
1911, Fransa doğumlu, 2010’da 98 yaşında kaybettiğimiz Louise Bourgeois, yerleştirme, resim ve baskı çalışmalarına da imza atmış, fakat daha çok büyük ölçekli heykelleriyle tanınan bir sanatçıydı. Eserleri sürrealizm ve feminist sanat akımıyla ilişkilendirilen Bourgeois’ın hayatında sanatını şekillendiren en önemli travma, babasının dadısı ve İngilizce öğretmeni olan kadınla yaşadığı aysak ilişki olmuş. 1935’te Sorbonne’dan mezun olduktan sonra sanat eğitimine ayrıldığı güzel sanatlar okulunda değil, Paris’teki birçok farklı bağımsız sanat akademisinde devam etmiş. Eşi, Amerikalı sanat tarihçisi Robert Goldwater ile tanıştıktan sonra onunla birlikte New York’a yerleşen Bourgeouis, New York sokaklarından topladığı hurdalarla ya da ahşap kullanarak heykel sanatında ilerlemeye başlamış. Kadını bir konu olarak kullandığını kabul eden ancak yaptığı sanatın feminist sanat olarak adlandırılmasından hoşlanmayan sanatçı, farklı ülke ve şehirlerdeki birçok kamusal alandaki heykelin de sanatçısı.Bunlardan ilki 1978 tarihli, New Hampshire’daki Facets of the Sun heykeli. En ünlüsü ise Tate Modern, National Gallery of Canada, Guggenheim Bilbao gibi birkaç çağdaş sanat müzesinde farklı kopyaları bulunan örümcek figürü Maman.
1949, Britanya doğumlu Anthony Cragg, kauçuk üzerine gerçekleştirdiği laboratuvar teknisyenliğinin ardından Gloucester Sanat ve Tasarım Koleji, Wimbledon Sanat Okulu ve Kraliyet Sanat Koleji’nde sanat eğitimi almış, dünyaca ünlü bir heykel sanatçısı. Eserleri 1970’li yıllardan itibaren birçok kent ve sanat kurumunda sergilendikten sonra, 1988’de Britanya’nın en önemli sanat ödüllerinden Turner Ödülü’ne layık görülen Cragg, aynı yıl 43. Venedik Bienali’nde ülkesini temsil etmiş. Renkleri, ölçekleri ve malzemeleri değişse de Cragg’in aynı anda hem insani duyguların somutlaşmış halini hem de doğayı yansıtan kendine has bir üslubu mevcut. Çoğunlukla katman katman göğe yükselen organik sütunları anımsatan bu heykeller, nerede karşınıza çıkarsa çıksın size kime ait olduklarına dair ipucu verir nitelikte. 4 Kasım’a kadar 6 heykelini Valencia‘daki Ciudad de las Artes y las Ciencias kültür ve bilim merkezinin farklı noktalarında görebileceğiniz Tony Cragg‘in İstanbul Modern‘in geçici mekanındaki kişisel sergisi de 11 Kasım 2018’e kadar devam ediyor.
1954, Hindistan doğumlu Anish Kapoor, sanat eğitimi almak için taşındığı 1970’lerden bu yana yaşamını ve çalışmalarını Londra‘da sürdürüyor. 1990’da İngiltere’yi Venedik Bienali‘nde temsil eden, 1991 yılında Turner Ödülü‘ne layık görülen Kapoor, kimi zaman mimari ölçeklere kadar ulaşabilen dev yerleştirmeleri ve kavramsal heykelleriyle tanınıyor. Çoğu zaman cilalı yüzeyler veya aynalarla kaplı olan ya da kendi imzası niteliği taşıyan renklere boyalı biyomorfik formlar, duvarlar ya da geniş yüzeyli geometrik şekiller üreten sanatçının en tanınan işleri arasında 2006’da New York‘taki Rockefeller Center’a yerleştirilen içbükey çelik ayna Sky Mirror, 2004’ten beri Chicago‘nun en merkezi parkı Millenium Park’ın simgesine dönüşmüş olan, şekli nedeniyle ‘bean‘ (fasulye) de denen Cloud Gate ve 2010’da Londra‘nın Kensington Bahçeleri’ne yayılmış aynalı heykelleri yer alıyor. Son yıllarda “siyahların en siyahı” ve “pembelerin en pembesi” gibi renkleri tescilletmek gibi provokatif eylemleriyle de tartışma yaratmaya devam eden sanatçının en yeni çalışması Symphony for a Beloved Daughter, geçtiğimiz haftalarda Londra Kraliyet Sanat Akademisi’nin Yaz 2018 sergisi kapsamında sergilendi.
1958, Avustralya doğumlu Ron Mueck, kariyerine çeşitli çocuk programları ve filmlerde (örneğin David Bowie’nin başrolde yer aldığı Jim Henson filmi Labyrinth (1986)) maket, kukla ve yaratık tasarımcısı olarak başlamış bir sanatçı. Kuklalar, domuszcuklar ve ejderhalar yaptıktan sonra sanatsal üretimini boyutlarıyla oynanmış hipergerçekçi insan heykelleri üzerine kurması oldukça ilginç. İlk işlerinden biri olan 1997 tarihli Dead Dad’de yakın bir tarihte vefat eden babasının 1/2 ölçekteki bedenini baştan yaratan sanatçı, bu işiyle Londra’daki Kraliyet Sanat Akademisi’nin “Sensation” sergisinde adını duyurmuş. 1999’da Londra’daki ilk kişisel sergisinde izleyici karşısına çıkardığı 5 metre yüksekliğindeki Boy adlı heykeli, devasa boyutları ve yansıttığı gerçekçi duygularla şok etkisi yarattıktan sonra 2001’de Venedik Bienali’nde sergilenmiş ve bugün halen görebileceğiniz Aarhus’taki çağdaş sanat müzesi ARoS’un koleksiyonuna eklenmiş. İnsan bedeninin detaylarıyla, ölçekleriyle ve yansıttığı ya da simgelediği duygularla oynamayı seven Mueck’in işleri arasında hamile kadınlardan maskelere, bebeklerden cesetlere, kafataslarından parçalanmış bedenlere birçok etkileyici heykel yer alıyor. Mueck’in geçtiğimiz sonbaharda Ömer Koç koleksiyonundan bir seçkiden oluşan “Kapı Çalana Açılır” sergisinde yer alan Man Under Cardigan / Hırka Altında Adam heykeli bir grup tarafından saldırıya uğramıştı.
1965, ABD doğumlu kavramsal heykel sanatçısı Tom Friedman, çok yönlü bir sanatçı olarak farklı yöntemlerle çalışıyor ve heykel dışında resim, illüstrasyon, video ve yerleştirmelere de imza atıyor. Friedman’ın heykelleri özellikle malzeme kullanımıyla ve izleyiciye yüklediği görevle ayırt edilebiliyor. Strafor, alüminyum folyo, kağıt, kil, tel, plastik, saç ve tüy gibi malzemeler kullanarak gündelik objeleri, kurgusal cisimleri ya da insanları büyük ölçekli olarak baştan yaratan Friedman’ın işleri, bu malzemeler kadar izleyici, eser ve boşluk arasındaki gerilimiyle de etkileyici bir hal alıyor. Sanatçı bu gerilimi yaratma sürecinden “bir deneyim kurgulamak” olarak bahşediyor. Friedman’ın en tanınan işlerinden biri olan 4 metre yükseliğindeki Looking Up adlı heykeli, 2015’te New York’taki Park Avenue’da sergilendikten sonra kendisi ve kopyaları ABD’nin farklı kentlerinde görkemli duruşunu sürdürüyor. Bunun dışında birçok ulusal ve uluslararası sergide Friedman’ın dev hamburgerlerine, pizzalarına, tost ekmeklerine, sabunlarına, işeyen adamlarına ve daha fazlasına rastlamanız mümkün.