22.11.2018
Bir roman okur, bir film izler ya da bir kentin tarihiyle ilgili bilgi toplarken, her şeyin merkezinde ya da her şeyin başlangıcında bir otelin yer aldığı dikkatinizi çekebilir. Yazarlar romanlarını, yönetmenler filmlerini yaratma sürecinde bu otelleri düşünmüş; o otelin lobisinde, koridorlarında, odalarında yaşanmış olanlar tarihe yön vermiş olabilir çünkü.
Hayır, yukarıda gördüğünüz Wes Anderson’ın The Grand Budapest Hotel filminin afişi değil. Fakat Budapeşte‘de bulunan ve bir zamanlar Grand Hôtel Royal adını taşıyan bu zevkli ve görkemli otelin yönetmenin çok sevilen filmine ilham kaynağı olduğunu anlamak da zor olmasa gerek. Bu tarihi, lüks otel, mimar Rezső Ray tarafından tasarlanmış. Budapeşte’nin geliştirilmesi için yeniden planlanan bölgede, Grand Boulevard üzerindeki en büyük yapı olarak 30 Nisan 1896‘da kapılarını açmış. Fransız Rönesansı stilinde ve çağının en gelişmiş teknolojileri kullanılarak yapılan 350 odalı otel, kısa sürede Macaristan’ın en iyi oteli haline gelerek, birçok Macar yazar ve gazetecinin uğrak noktası olmuş. Otel, Budapeşte’deki ilk sinema gösterimleri, besteci Béla Bartók‘un bizzat yönettiği klasik müzik konserleri, ilk yerli üretim Macar uçağının görücüye çıktığı büyük sergiler gibi etkinliklere de ev sahipliği yapmış. II. Dünya Savaşı ve ardından çıkan yangın nedeniyle bugün otelin orijinal dekorasyonundan hiçbir ize rastlanmıyor. 1961’de yapılan restorasyonun ardından 1991’e kadar hizmet vermeye devam eden otel, 2004 yılında Corinthia Hotel adıyla yeniden açılmış. Bu tarihte 100 milyon euroluk bir yatırımla restore edilen otel, Macar tarihindeki en büyük ölçekli yenileme projesi olma özelliği taşıyor. Otelin tarihteki ünlü konukları arasında uzaya çıkan ilk kadın astronot Valentina Tereshkova , yönetmen Max Reinhardt ve soprano Elisabeth Schwarzkopf sayılabiliyor.
Otelin en etkileyici bölümlerinden biri ise, yanı başında bulunan geleneksel Macar termal hamamı. Royal Spa olarak adlandırılan termal hamam, otelin inşasından önce de burada yer alıyormuş. 1886-1888 yılları arasında mimar Vilmos Freund‘un tasarladığı termal hamam 1944-1983 yılları arasında terk edilmiş olarak çürümeye bırakılmış, 1980’lerde ise otel için bir kat otoparkı yapılması düşünülmüş. Medyanın ve halkın itirazlarıyla otel sahipleri termal hamamı restore ederek yeniden kullanıma açmış. Bir kış tatilinden beklentiniz içinizi ısıtacak imkanlarsa, gelenek ve lüksü buluşturan Royal Spa‘da Corinthia Hotel’de imdadınıza yetişecek.
Websitesi | Instagram
Tüm zamanların en iyi gerilim romanı ve filmlerinden, Stephen Kingimzalı The Shining‘i okumayan ya da Stanley Kubrick imzalı The Shining‘i izlemeyen var mı? İşte gizem, korku ve insan psikolojisinin tuhaflıklarıyla dolu bu filmin geçtiği ve neredeyse filmin karakterlerinden birine dönüşen Overlook Hotel, gerçek bir otelden ilham alıyor: ABD‘nin Colorado eyaletindeki Rocky Dağları‘ndaki Estes Park‘ta, temiz hava ve doğayla iç içe bir inziva ortamı vadeden The Stanley Hotel. Otel, adını buharlı araba mucidi Freelan Oscar Stanley‘den alıyor. 1903 yılında verem teşhisi konan bu mucide, tüm verem hastaları gibi temiz ve kuru hava, bol güneş ışığı ve sağlıklı beslenme tavsiye ediliyor. Eşiyle birlikte Estes Park’a taşınan Stanley’nin sağlık durumu beklenenden çok daha iyiye gidince, buraya yerleşmeye karar veriyorlar ve 1907‘de Estes Park yakınlarına, 48 odalı, büyük bir otel yaptırmaya karar veriyorlar. Amaç sadece zengin ailelere tatil yapacakları bir otel seçeneği sunmak ve yeni bir gelir sağlamak değil, Stanley uzak kaldığı şehirli dostlarını ve sosyal çevresini de burada düzenlediği yatılı partiler sayesinde geri kazanıyor. Bölge, 1915 yılında millî park ilan edilen Rocky Mountain Millî Parkı‘nın sınırlarına dahil olduğu için daha da önem kazanıyor, ziyaretçi sayısı artıyor. 1974’te ise otelin ve Estes Park’ın kaderini değiştiren bir ziyaretçi çıkageliyor: Korku edebiyatının en önemli isimlerinden Stephen King, 30 Ekim 1974 tarihinde, eşiyle birlikte bir gecesini The Stanley Hotel’de geçiriyor, üstelik sezon kapanışına denk geldikleri için oteldeki tek ziyaretçiler oluyorlar. Çift, The Shining‘i okuyan ya da izleyenlerin tahmin edebileceği üzere, 217 no’lu odada kalıyor. The Stanley Hotel görkemli yapısı, süslü dekorasyonu, geniş salonları, gizemli koridorları ve hiçbir şeyin ortasında oluşuyla King’in romanına ve daha sonra 1980 yılında Kubrick’in filmine ilham vermiş oluyor. Siz de doğayla iç içe, lükse doyarak ve biraz da edebiyat ve sinema sevginizi ödüllendirerek, The Stanley Hotel’de konaklayabilir ya da otelin mirasını deneyimleme fırsatı sunan günübirlik turlara katılabilirsiniz. Üstelik, otelin orijinalinde bir açıkhava labirenti yer almasa da, 2015’te turistik amaçla yapılan bir eklemeyle bu bile gerçek olmuş!
Websitesi | Instagram
Bir otel düşünün ki, koridorlarında yürümüş, odalarında konaklamış isimler arasında Johann Sebastian Bach ve Ludwig van Beethoven da, Napoléon Bonaparte ve Sigmund Freud da, Franz Kafka ve Robert De Niro da sayılabilsin… Daniel Craig’i ilk kez James Bond olarak izlediğimiz Casino Royale filminden de hatırlayabileceğiniz,Karlovy Vary‘deki Grandhotel Pupp‘ın tarihçesi 1701 yılına dayanıyor. Şehrin o zamanki hükümdarı tarafından Saxony Hall adıyla yaptırılan, daha sonra Bohemia Hall eklentisiyle genişleyen otel, 1770’lerde evlilik, miras ve hisse satışı yollarıyla, şehre yeni gelen bir tüccar olan Johann Goerg Pupp‘a devredilmiş, adı da buradan geliyor. Pupp ve ailesi, Saxony Hall ve Bohemia Hall’un yanı sıra etrafındaki irili ufaklı birçok binayı daha alarak burayı bir otel kompleksi haline getirmiş. 1896 – 1907 yılları arasında Viyanalı mimarlar Ferdinand Fellner ve Hermann Helmer kompleksi neo-barok stilinde görkemli bir yapıya dönüştürmüş. II. Dünya Savaşı sonrasında, komünist rejim sırasında Çekoslovak hükümetine devredilen ve adı Grandhotel Moskva olarak değiştirilen otel, 1989‘da yeniden özelleştirilmiş ve eski adını geri almış. 228 odalı bu lüks otel, aynı zamanda Orta Avrupa’nın en önemli film festivallerinden Karlovy Vary Film Festivali‘ne de ev sahipliği yapıyor.
Websitesi | Instagram
Los Angeles‘ın meşhur caddesi Sunset Boulevard‘da bulunan Chateau Marmont Hotel, mimarlar Arnold A. Weitzman ve William Douglas Leetarafından, Fransa’nın Loire Vadisi’ndeki gerçek bir şato, Château d’Amboise model alınarak tasarlanmış. Otelin kentin en bildik binalarından birine dönüşmesindeki en büyük etken, birçok Los Angeles görüntüsünde karşımıza çıkması. Aslında bunun nedeni de gecelik fiyatı 3,000$’a kadar çıkabilen lüks odaları, uzun dönemli kiralayan film yıldızları, şarkıcılar ya da modeller sayesinde Chateau Marmont’un “ünlüler oteli” olarak anılması. Otelin hikayesi, arazinin sahibi zengin bir avukat olan Fred Horowitz‘in 1926’da buraya bir apartman binası inşa etmeye karar vermesiyle başlamış. Kısa bir süre önce Avrupa seyahatine çıkan Horowitz, mimar akrabalarını Loire Vadisi’nde gördüğü şatolara benzer bir bina inşa etmesi için görevlendirmiş. 1929’da açılan binanın dairelerinin reklamı, “Los Angeles’ın en göz kamaştırıcı apartman daireleri” olarak yapılsa da yüksek kiralar ve patlak veren Büyük Buhran nedeniyle hiçbir kiracı kalıcı olamamış. Horowitz, binayı satışa çıkarmış ve Chateau Marmont, odalarındaki bazı düzenlemelerin ardından 1931’de oturma odası ve mutfağı bulunan süit otel odalarıyla, otel olarak yeniden açılmış. Büyük Buhran sırasında çok ucuz fiyata satışa çıkarılan ya da rehine verilen birçok antika eşya, bugün halen otel odalarını süslüyor. Tamamen Chateau Marmont’da geçen Sofia Coppolaimzalı Somewhere ve bir sahnesinde oteli gördüğümüz La La Land, bu binayı ilk görüşte tanımanızı sağlayan yakın tarihli referanslar arasında…
Websitesi
Hotel Monte Rosa, bulunduğu Zermatt‘ın iki önemli dönemine tanıklık etmiş, ikonik bir otel olarak bugün de hem maceracı ve sporcuların hem de zevkli ve ağzının tadını bilen gezginlerin uğrak noktası. Alexander Seiler‘in sıradan bir şalede açtığı otel, 1853 yılında açılmış. Zermatt’ın yanı başında bulunan, Avrupa’nın en yüksek zirvelerinden olan -ki kendisini Toblerone çikolatasının üzerinden de hatırlayacaksınız- Matterhorn ise Hotel Monte Rosa‘nın tarihinde önemli izler bırakmış. Zirveye ilk tırmanan kişi, İngiliz dağcı Edward Whymper, 1860’tan beri otelin müdavimlerinden biriymiş ve 14 Temmuz 1865’teki zaferi öncesindeki yolculuğuna da bu otelden başlamış. Keşif ve macera tutkusuyla büyüyüp gelişen otel, 19. yüzyılın sonlarında başlayan Belle Époque döneminde ise şehvetli dans gösterilerinin, ziyafet sofralarının, beş çaylarının vazgeçilmez mekanlarından olmaya başlamış ve lüks bir otele evrilmiş. Bugün Alpler’dek en güzel kayak bölgelerinden, en büyülü kış kasabalarından biri olan Zermatt’taki bu otelde, hem Whymper’ın maceracı ruhunun hem de Belle Époque döneminin gösterişli dünyasının izlerini yaşamanız mümkün. Whymper’ın tırmanışıyla ilgili olarak ise The Challenge filmini izleyebilirsiniz.
Websitesi | Instagram