27.06.2019
Bu içerik The Magger'dan alınmıştır.
En son ne zaman İstanbul’u baştan aşağı keşfetmeye yeltendiniz? Uzun zaman oldu diye düşünüyorsanız, sizleri yaşadığımız bu büyüleyici şehrin vazgeçilmez noktalarına doğru çıktığımız yolculukta yanımıza alalım.
Biz bugün, yaz günlerinin uzun olmasını fırsat bildik ve Jaguar’ın tamamen elektrikli ilk performans SUV’u, Jaguar I-PACE’ine atlayıp yola koyulduk. Güzel İstanbul’umuzun hangi noktalarındaydık, her birinde hangi değerleri yeniden hatırladık, işte tüm deneyimimizi bu yazıda sizlerle paylaşmak istedik.
Uzun zamandır tekrarlamak istediğimiz İstanbul turumuza gün doğumunda Galata Köprüsü boyunca bizleri selamlayan balıkçıları ve oltalarına takılan bir balık olduğunda yüzlerinde oluşan sevinci seyrederek başladık. Sabahın erken saatlerinde kızıla boyanan güzel İstanbul’u izlerken bizlere martı sesleri de eşlik edince, güne adeta görsel bir şölene tanıklık ederek başlamış olduk.
Galata Köprüsüne gelmişken sabah saatlerinde sessizliğine hayran kaldığımız Karaköy’e aracımızın sessizliği de eşlik etti. Karaköy’ün dar ve renkli sokaklarında, tam bir instagram karesi veren şemsiyelerin altında fotoğraf çektirmemek olmazdı.
Karaköy’den sonra ise tarihi dar sokakları, çamaşırların iplere gerilerek asıldığı evleri, son dönemlerde birbiri ardına açılan şirin tasarım dükkanları ve orijinal cafe’leriyle Balat’taydık. Balat’ın özgün dokusunu ve enerjik havasını ne kadar özlemişiz! Balat’ın simgelerinden Özel Fener Rum Lisesi’ni, diğer adıyla Kırmızı Mektep’i tüm heybetiyle karşımızda bulduk. Cephesindeki kırmızı ateş tuğlalar ve granit detaylar yakından incelemeye değerdi.
Şehrimiz birbirinden başarılı graffiti’ler ve onların yaratıcıları, yetenekli sokak sanatçılarıyla dolu! Çok daha fazlasını keşfetmek için yeni bir gün daha mı planlasak?
Balat’ın tarihi dokusuna büyük bir keyifle şahit olduktan sonra sahilden yavaş yavaş ilerledik. Dolmabahçe, Kuruçeşme, Arnavutköy derken soluğu Bebek’te aldık. Bebek’e gelmişken Bebek Kahve’de bir Türk kahvesi molası vermeyi de ihmal etmedik. Yolculuğumuz İstinye, Tarabya ve Yeniköy’ü turlayarak devam etti.
Ve şimdi bizim için İstanbul’ın diğer yarısı Anadolu Yakası zamanıydı! Yaklaşık 40 dakika boyunca yolculuk ettikten sonra Moda İskelesi’ndeydik. Buranın, insanın adımını attığı anda içini huzurla dolduran bir nokta olduğuna bir kez daha emin olduk. İstanbul’un deniz havasını içimize çekip iskelenin görüntüsünü hafızalarımıza kaydettikten sonra yeniden yola koyulduk.
Yola çıktığımızda İstanbul’un en güzel tarihi binalarından biri olan Süreyya Operası’nın uzaktan bize göz kırptığını görünce dayanamadık, “En son ne zaman Süreyya Operası’nı dışarıdan seyrettik?” diye düşünüp yola koyulduk. Uzun zaman oldu, dönünce ilk iş tarihi 80 yılı aşan bu önemli binada güzel bir performans seyredelim diyerek keşif turumuza devam ettik.
Yolculuğumuz sırasında, birden aklımıza bahçeli ahşap evleri ve çay bahçeleriyle Kuzguncuk düştü. Yaklaşık 30 dakika sonra, Kuzguncuk’un rengarenk evlerinin arasındaydık! Bize sorarsanız, Avrupa seyahatlerimizde bile bu denli renkli ve güzel bir mahalle göremeyiz, Kuzguncuk öyle kendine has bir dokuya sahip ki. Peki sizce bu güzel mahalle kültürünün, asırlık çınarların süslediği yolların, tatlı kafelerin ve mahalle sakinlerinin nasıl bir dinginlik ve ahenk ile yaşadığının farkında mıyız?
Kuzguncuk’un tatlı cafe ve restoranları demişken, kısa bir yemek molası için Corvino’ya attık kendimizi. Karşımızda sıralanan Kuzguncuk evleri eşliğinde güzel bir İtalyan yemeği deneyimi yaşadık. Bir daha yapacağız, kendimize söz verdik.
Biraz yukarı çıktığımızda, dar ve güzel ara sokaklarıyla Beylerbeyi karşıladı bizi. Çamlıca Caddesi’nin iki yanı yeşilliklerle süslenmiş sokaklarından birinde ilerlerken, arkamızı döndüğümüzde bir de baktık ki, boğaz tüm ihtişamıyla bizleri selamlıyor! Yeşilliklerin arasından gördüğümüz o sonsuz maviliğin görüntüsü ne kadar güzeldi inanamazsınız, uzun süredir beklenmedik bir köşeden kendini gösteren güzel bir boğaz manzarası görmediğimizin, belki de görüp dikkat etmediğimizin farkındalığıyla yeniden yola koyulduk.
Yeniden aşağıya, sahile indiğimizde tüm heybetiyle Kuleli Askeri Lisesi tam karşımızdaydı. Hep uzaktan gördüğümüz Kuleli’yi yakından görmek harika bir histi!
Buradan Anadolu Hisarı’na gitsek mi dedik ve yola koyulduk. Evet trafik vardı ama manzara o kadar güzeldi ki bu konuyu hiç dert etmedik. Boğazın en dar noktalarından birinde yer alan, güzelliği sebebiyle aynı zamanda Güzelhisar (Güzelce Hisar) olarak da bilinen Anadolu Hisarı’nı yakından görmek, inanın bambaşka bir histi. Hisarın ihtişamını ve özellikle hisara gidiş yolundaki huzur veren deniz manzarasını çok özlemişiz, gitmeyeli uzun zaman olmuştu!
İnanmayacaksınız ama, Anadolu Hisarı’nı görüp yola koyulduktan sonra, kendimizi günü batırmak üzere Anadolu Feneri’nde bulduk! İstanbul’un değerli güzelliklerini yeniden hatırladığımız için o kadar heyecanlıydık ki, ne yol gözümüzde büyüdü, ne de turumuzu uzatmaktan çekindik. Ne de olsa yaz günleri uzun dedik!
Anadolu Feneri ve etrafının doğasına inanamazsınız! Buraya gelin ve ciğerlerinize oksijen yüklemesi yapın! Bizim de yolculuğumuzu elektrikli, dolayısıyla da CO2 emisyonu sıfır olan, bu yüzden de doğaya zarar vermeyen I-PACE ile gerçekleştirdiğimiz için içimiz rahattı.
Bu uzun ve güzel yaz gününü, güzel şehrimizi baştan aşağı yeniden keşfederek değerlendirdiğimiz için çok mutluyuz! Ve inanın, İstanbul her gün yeniden keşfe çıkabileceğimiz, aynı yerleri defalarca gezmekten bıkmayacağımız, her seferinde bizleri ayrı sürprizlerle karşılayacak mükemmellikte bir şehir. Bu güzelliğin hep farkında olmamız dileğiyle…