Eski çağlarda insanlar yemek yemek, hayvanlarını beslemek, tarım alanlarını sulamak, mahsulleri toplamak ve ticari faaliyetlerde bulunmak için zamanı ölçmeye çalışıyorlardı. Tabii o dönemde saatler, güneşin doğup batması ve yıldızların gökyüzünde görünüp kaybolmasından ibaretti. İnsanlığın yerleşik düzene geçişiyle birlikte saat ölçümünde farklı yöntemler ortaya çıktı. Peki, insanlık tarihinde yadsınamaz bir öneme sahip olan saatler, ilk ne zaman kullanılmaya başlandı ve nasıl bir gelişim serüveni yaşadı?
Montecitorio Dikilitaşı
Güneş saatleri M.Ö. 4000 yıllarında Antik Mısır’da ortaya çıktı. Zamanı kolayca ölçmek için Mısırlılar, gündüzü 10 eşit parçaya ayırdı; şafak vakti ve gün batımındaki alacakaranlık için ayrılmış 4 ilave saat parçası daha vardı. Güneşin gölgesi, dairesel bir disk üzerinde zamanı gösteren bir sayıya işaret ediyordu. Yerdeki işaretçi gölgeler, Mısırlıların zamanı kolaylıkla izlemelerini ve hatta hangi mevsimde olduklarını bile bilmelerini sağladı. Tabii ki güneş saatleri, bulutlu havalarda ve gece saatlerinde kesinlikle etkisizdi. Bu amaçla, zamanı ölçmek için yeni yöntemlere ihtiyaç duyuldu. Antik çağların en büyük güneş saati M.Ö. 10’da İmparator Augustus tarafından yaptırıldı. Bu saatin yapımında Antik Mısır’da Heliopolis’ten Roma’ya ithal edilen, 30 metre yüksekliğindeki kırmızı renkli granit Montecitorio Dikilitaşı kullanıldı.
Antik Yunanlılar ve Romalılar, M.Ö. 325’e kadar güneş saatlerine göre yüksek bir doğruluk derecesi olan su saatlerini geliştirdi. Clepsydra (Su saati) cihazlarındaki su akışı, saat kolunu hareket ettirerek herkesin kolayca zamanı ölçmesine ve onu alarm saati olarak kullanmasına olanak tanıdı. İlk su bazlı alarm saati, Yunan filozof Platon tarafından yaratıldı. Diğer su saatleri, biri diğerinden daha yüksek olan iki kap sudan yapıldı. Su, kapları birbirine bağlayan bir tüp aracılığıyla yüksek kaptan alt kaba geçti. Kaplarda su seviyesini gösteren işaretler vardı ve işaretler zamanı söylüyordu. Su saatleri güneş saatlerinden daha iyi çalışmıştı, çünkü gündüz olduğu kadar gece de saatin kaç olduğu öğrenilebiliyordu. O tarihteki en ünlü ve en karmaşık su saati 1206 yılında Cizreli mucit ve mühendis Al-Cezeri tarafından yapıldı.
6. yüzyılda Çinliler mum saati kullanmaya başladı. Mum saati, mumun erime süresine bağlı olarak zamanı ölçmek için kullanılan yöntemlerden biriydi. Her bir mum 12 inç uzunluğunda ve 12 eşit parçaya bölündü. Her biri 4 saati ve her işaret 20 dakikayı ifade ediyordu. Zamanın takip edilmesi için özel hazırlanan mumların içine çiviler eklenirdi. Mumun erimesi ile çiviler düşerdi ve her düşen çivi 20 dakika geçtiğini ifade ederdi.
Yavaş yavaş batıya doğru yayılmaya başlayan ve 13. yüzyılda Ortadoğu ve Avrupa’ya ulaşan tütsü saatleri de yeni saat akımını oluşturdu. O zamana kadar Çinliler astronomik saatlerin geliştirilmesinde de ilerleme kaydetti.
15. yüzyıldan itibaren Avrupa’daki gemi ticaretinin genişlemesi ve açık denizlerde yelken açma isteği, güvenilir ve zamanı doğru gösteren cihazlara sahip olma ihtiyacını artırdı. İran’da tasarlanmış ve çok gelişmiş güneş saatleri, denizin ötesine gitmek isteyen her geminin ayrılmaz bir parçası oldu. O dönemin en ünlü kişisi şüphesiz tüm zamanların en önemli saatlerinden biri olan Deniz kronometresini üretmeyi başaran İngiliz saatçi John Harrison'dı.
16. yüzyılda mekanik cihazlar endüstriyel laboratuvarların dışına çıkmaya başladı, sarkaçlara ve yaylara dayanan saatler güvenilir ve hassas zaman ölçümü için yeni bir çağa imza atarak Avrupa’da kullanılmaya başladı. Avrupa'daki zengin insanların, soyluların ve kraliyet ailesinin dikkatini çeken saatlerde abartılı tasarımlar, değerli taşlar ve metaller kullanıldı. Böylece saatler yüksek statüdeki her insan için arzu edilen bir nesne haline geldi.
Sarkaç saati İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra icat edilen, atomik saatlere kadar en doğru çalışan saat olarak kaldı. Teknolojinin gelişmesiyle, ticaretin hareketlenmesiyle ve kültürlerin sentezlenmesiyle birlikte yüzyıllar geçtikçe tasarımlar daha gelişmiş hale geldi. Saatlerin yapıları küçüldü. Büyük sarkaçlı saatler yerini cep saatine, masa ve minimalist duvar saatlerine bıraktı.
Hayatımızın ayrılmaz bir parçası haline gelen internet, GPS gibi birçok teknolojinin temelinde, zamanın doğru tespiti ve atomik saatler var. Atom saati, atomların rezonans frekanslarını sayarak zamanı ölçen bir saat çeşidi… Saatte bulunan tüm atomların kendine özgü ve öngörülebilir bir titreşim frekansı vardı. Titreşimlerin atom saatlerini ilgilendiren en büyük özelliği ise aynı atomların belli bir enerji seviyesindeki titreşiminin çok yüksek bir düzen içinde olması. Saatin kaç olduğunu gösteren 'tik' sesleri de 'neredeyse hatasız' denilebilecek aralıklara sahipti. İlk atom saati 1949 yılında ABD Ulusal Standartlar Bürosu'nda üretildi. 1950’lı yıllarda mikro elektronik ürünlerin gelişimi, quartz saatlerin hem kompakt hem de üretime uygun olmasını sağladı. Bin yıllık bir zaman dilimi için sadece 1 saniyelik bir sapma ihtimali olan atom saatleri doğruluğu konusunda şüpheye yer bırakmadı.
Modern metalurji ve endüstriyel üretim, saatlerin nihayet herkes tarafından kullanılabilir hale gelmesini sağladı. Elektrikli saat yaygınlaştı, atomik saatler sezyum atomunun salınımlarının tam sayısı olarak ikinci olarak tanımlandı ve bilgisayar kontrollü dijital saatler ortaya çıktı. Giyilebilir teknoloji ile hayatımıza giren akıllı saatler şu an saat endüstrisinin geldiği en son noktayı temsil ediyor. Henüz oldukça kısa bir tarihi bulunmasına rağmen gelişim sürecinde birbirinden farklı modelde ortaya çıkan saatler, bu gelişmenin henüz bitmediğinin en büyük kanıtı…
Bakalım gelecekte bizi nasıl saatler bekliyor?
Salisbury Katedrali'nde 1386 yılında kurulan ve bugün hala orijinal mekanizmasıyla çalışan ünlü saat, çok sade bir makine parçasıdır. Ayrıca 1389'da Rouen'deki bir caddeyi kapsayan köprünün üzerinde büyük bir saat kuruldu. Şehrin ünlü manzaralarından biri olmaya devam eden köprülü saatin 1713’te görkemli yaldızlı kadranı daha sonra eklendi ve sarkacı değiştirildi.